İSVİÇRE

ZÜRİH 
Kasım ayı, gri bir gökyüzü Orta Avrupa'da bir şehir... kalkıp görmek için ne kadar cazip olabilir? 
Hele ki Avrupa'nın en pahallı şehirlerinden biriyse? 
Gezginseniz "iyi-kötü"diye bir ayırım yoktur. Ancak son yıllarda gezginlikten o kadar uzağım ki...
Neyse, başlıktan da anlaşılacağı üzere bu kez yolumuz Zürih'e düştü. Çok kısa bir seyahat. Tam bir geçiyordum uğradım misali...
Çok düşündüm nasıl yazmalıyım diye? Dediğim gibi "geçiyordum uğradım" benzetmesiyle uyumlu kısa bir kalıştı bizimki. Ancak her şeye rağmen yazmalıydım; bu köşe benim gezi anılarımı topladığım bir yer olduğuna göre kaçışım yok, başlıyorum.
Yaklaşık 3 saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Zürih'teyiz. Havaalanı'nından şehir merkezine gitmek için tren, otobüs, tramvay gibi birçok seçenek mevcut. Biz trene binmeyi tercih ettik çünkü otelimiz tren garına yürüme mesafesindeydi. Hauptbahnhof Tren İstasyonu, havaalanından çıkış yaptığınız terminalin hemen karşısında, göreceksiniz. Buradan da 3 ve 4 numaralı terminallerden şehir merkezine giden trenler kalkıyor. 10-12 dakika sonra da şehir merkezindesiniz. 

Otelimiz Walhalla'ya geldik. Walhalla sanki Vikingler dizisinden çıkmış bir isim gibi... 
İsviçre'de her şey çok pahallı o yüzden otelde cimrilik yaptık uygun fiyatlı 4 yıldızlı bir otelde kalıyoruz. Ama o da ne? Oda da zor dönersiniz, banyo bile bir paravanla ayrılmış... Yıldızlar kırpılsaydı ne olurdu acaba?Allah'tan fazla kalmayacağız!

Otele valizleri koyara koymaz kısa günün karı diyerek en yakındaki bir zincir markete attık kendimizi.
Banko! Kapsül kahveler Türkiye'den ucuz! Peynirler ise özel ilgi alanım. 
Bu ülkenin para birimi bildiğiniz gibi İsviçre Frangı CHF, Euro'dan bir tık daha pahallı... En sevmediğim şey de (ilk günlerde daha çok oluyor) gördüğüm etiketleri kafamdan Türk Lirasına çevirmek.

Ertesi gün, canım kızımla erkenden şehir turuna çıktık. Tren istasyonunun önüne yüzlerce bisiklet park etmiş. 

Zürih tren garı Hauptbahhof'un önündeyiz hala. Bir tarafta bisiklet havuzu varken diğer tarafta oldukça estetik tarihi bir bina görülüyor. Burası İsviçre'nin Ulusal Müzesi. 1898 yılında açılmış olan bu müze, zengin bir koleksiyona sahip ve İsviçre'nin tarihi, sanatı ve kültürü hakkında geniş bir perspektif sunuyor. 

Zürih İsviçre'nin en büyük kenti. İstanbul gibi diyeceğim ama diyemiyorum çünkü Zürih'in birçok yerini yürüyerek geziyoruz. 
Yukarıdaki fotoğrafta görülen cadde Zürih'in en ünlü caddesi olan Bahnhofstrasse... Araç trafiğine kapalı olan cadde de sadece tramvaylar çalışıyor. Zürih ana tren istasyonundan başlıyor, Zürih gölüne kadar uzanıyor.
Şüphesiz, Zürih'te alışveriş için en popüler yerlerden biri Bahnhofstrase, hemen her dünya markasını bu caddede bulmak mümkün. 

Bahnhofstrase'de bulunan İsviçre'nin en ünlü çikolata üreticisi Laderach... Yüksek kaliteli çikolatalarıyla ün yapmış bir marka. Ne zaman önünden geçsek her zaman doluydu. 
Laderach, çeşitli çikolata ürünleri sunmakla birlikte trüf, çikolata kaplı meyve ve fındık gibi çeşitli lezzetler de üretiyor.
Biz de alışveriş yaptık, fiyatlar inanılmaz yüksekti. Burayı gördükten sonra Kahve Dünyası'nın antep fıstıklı bitter çikolatasına bir daha pahallı demeyeceğim, dedim.

Yine aynı cadde de çok beğendiğim kozmetik bir mağaza Rituals... Zürih merkezli bir marka, tamamen doğal ve organik içeriklerle çalışıyorlar. 
Bahnhofstrase'de sadece mağazalar yok. Bunun yanında çok şık restoran ve cafeler de var. Velhasılı keyifle gezilen şık bir cadde...

Bahnhofstrase, Zürih gölüne kadar uzanıyor. Zürih Gölü ülkenin en büyük göllerinden biri. Yoğun olarak Zürih kenti gölün kuzey kısmına yerleşmiş. Gölün Güney kısmında ise Alp Dağları'nın efsane manzarası bu güzelliğe eşlik ediyor. Gölden çıkan Limmat Nehri ise Zürih'i ikiye bölerek şehrin merkezinden geçerek Gölü, Ren Nehri'ne bağlıyor.

Zürih Gölü'nün etrafında ise parklar var. Oldukça bakımlı, bisiklet, yürüyüş yollarının ayrıldığı ara ara heykellerin sanatsal güzellik kattığı yemyeşil rafine bir güzellik sunan parklar buraları.

Zürih Opera Binası, 1891 yılında inşa edilmiş tarihi bir yapı. Zürih Gölü'nün kıyısında yer alıyor ve şehrin kültürel yaşamının merkezinde bulunuyor.
Opera binasının önünde bulunan meydan ise Sechselautenplatz (yazması bile zorken söylemesi nasıl acaba?) olarak adlandırılıyor. Bu meydan şehrin buluşma noktası olarak kullanıldığı çok belli. Ayrıca Sechselautenplatz festivaller ve pazarlar gibi çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapıyormuş.

Şehri ikiye ayıran Limmat Nehri'nden bahsetmiştim. Eski şehre gitmek istiyorsanız bu bölgede olmalısınız. Bu nehrin yanında uzayıp giden caddenin ismi ise "Limmatquai" caddesi...
Bu ünlü cadde, şehrin tarihi ve kültürel dokusunu yansıtan birçok yapıya sahip ve oldukça keyifli bir yürüyüş rotası sunuyor. Burası tarihi binaların yanında restoran, cafe ve mağazalarıyla da çekim merkezi. Özellikle seçkin ve kaliteli ürünleriyle bu bölgedeki mağazalara bayıldım.

Zürih'in en önemli simgelerinden biri olan Grossmünster Katedrali'de bu cadde de bulunuyor. Bu katedral, Zürih'in tarih boyunca önemli bir dini ve kültürel merkezi olmuş. Kökeni Orta Çağ'da İsviçre'nin koruyucu azizlerinden biri olan Zürihli Aziz Felix ve Regula'ya dayanıyormuş. Kilisenin bugünkü görünümü 12. yüzyılda tamamlanmış.

Sivri kuleli Gotik tarzda Limmat Nehri'nin yanında inşa edilmiş olan bu kilisenin adı St. Peter Kilisesi. Bu kilise de Zürih'in simgelerinden biri olmuş.
Kilisenin tarihi 8.yüzyıla kadar uzanmakla birlikte yapı, 13.yüzyılda inşa edilmiş. Kilisenin en önemli özelliklerinden biri ise dünyanın en büyük çaplı saat mekanizmalarından birine sahip olması...
Zürih'in sülietine çok fazla katkısı olan St. Pter Kilisesi'nin çevre sokakları yine birçok restoran, cafe ve dükkanlarla dolu.

Belki fotoğraflarda çok belli olmuyor ama yeşil-turkuaz renkte sivri kulesi olan Fraumünster Kilisesi 9. yüzyılda kurulan bir manastırın üzerine inşa edilmiş. Yine Zürih'in tarihi ve mimari açıdan önemli simgelerinden biri. 

Limmatquai Caddesi'nin arka sokaklarının olduğu bölgeye "Niederdorf" deniyor. Burası da şehrin tarihi merkezlerinden biri ve özellikle eski şehrin bir parçası. 
Niederdorf, tarihi dar ara sokakları, renkli binaları, restoran, cafe ve dükkanlarıyla ünlü. Zürih'in tarihi atmosferini ve canlı kültürel yaşamını keşfetmek isteyenler için oldukça popüler bir bölge.

İsviçre pahallı ve zengin bir ülke ancak burada su bedava. Neredeyse adım başı zarif sokak çeşmelerine denk geldik desem abartmış olmam sanırım. Otelde de musluktan su içiliyor. Suyun tadı da oldukça iyi.

Lindenhof Tepesi'ne çıkıyoruz. Burası da Eski Şehir bölgesinde bulunuyor. Tepenin adı, etrafındaki çınar ağaçları ormanından geliyormuş.

Lindenhof, Zürih'in en popüler turistik yerlerinden biri kabul ediliyor. Şehrin tarihini, manzarasını ve doğal güzelliğini görmek için ideal bir nokta. 

Artık Zürih'ten ayrılma zamanı geldi. Her gittiğim şehirde ben burada yaşayabilir miyim muhasebesini yaparım. Her seferinde de içimde kocaman bir "hayır" cevabı yükselir. Tek yaşayacağım ülke yine kendi ülkem olur. Ancak bu sefer, yaşlılığımda bu naif kentte belki, o da belki yaşayabilirim diye düşündüm. Göle bakan restoranlarda şaraplarını yudumlayan, şık giyimli, bakımlı yaşlı kadınlar ben de bu hissi galiba biraz uyandırdılar.

Şimdi sırada Basel var. Zürih-Basel arası trenle yaklaşık bir saat kadar sürüyor.

Basel'de kaldığımız otelden memnun kaldık. Eski şehirle yeni şehir arasında bir bölgedeydi. Kahvaltısı çok zengindi. Yine her yere yürüyerek gittik. Sadece bir kere şehirde ring atan bir tramvay keşfettik ona binerek şehir turu yaptık.

Basel, İsviçre'nin kuzeybatısında yer alan İsviçre'nin üçüncü büyük kenti. Almanya ve Fransa'ya yakınlığı sebebiyle bir geçit görevi de görüyor. Öyle ki, çoğu Basel'de oturanlar hafta sonları market alışverişleri için Almanya'ya gidiyorlar. İsviçre ile Almanya arasında fiyat farkı oldukça fazlaymış.
Basel aynı zamanda Fransa'nın Colmar'dan Strasbourg'a uzanan Alsace rotasına çok yakın olması dolayısıyla da oldukça popüler.
Bahsetmedim ama kısaca değineyim; İsviçre 26 kanton bölgesine bölünmüş. Bu kantonların federal düzeyde özerklikleri var. Her kantonun anayasası, hükümeti ve yasama organları var. Sınırların olmadığı bir Avrupa'da bir turist için kantonların çok da önemi yok diye düşünüyorum. Kantonlar çalışanlar için önemli. Hangi kantonda çalışıyorsan o kantonun sınırları içindeki şehir ve kasabalarda oturabiliyorsun.
Basel de kuzeyde bir kantonun merkezi.

Şehrin simgesi Basel Katedrali'ne geldik. Geldik gelmesine ama katedralin dokusuyla hiç uyumlanmayan bir bayram yerinin ortasına düştük. Bizim buralardan hiç farkı yok. Zaten çoğu kişi de Türkçe konuşuyordu. Ahahahaa yabancılık çekmedik yani:)

Başka bir gün katedralin nehir tarafına dolandık. Burası kalabalık olmak la birlikte sakindi.
Basel Katedrali tam ismiyle Basel Münsteri'nin inşası 12. yüzyılda başlamış ve çok uzun yıllar sürmüş.
Burası da Orta Çağ mimarisi olan Gotik tarzda yapılmış. Artık öğrendim; çok heybetli, sivri kuleli binalar Gotik mimariye giriyor. Katedralin içi de güzel, yüksek kemerli tonozlar ve büyük vitray pencerelerin yanı sıra detaylı heykeller dikkat çekiyor.

Bence en güzeli Ren Nehri'nden bakınca görünen görüntüsü. Gece ışıklandırılmış halindeki fotoğraflarını gördüm muhteşemdi. Ancak biz oradayken enerji tasarrufu yaptıklarından akşamları şehir sevimsiz bir karanlığa bürünüyordu.

Freie Strase, Basel 'in ünlü alışveriş caddelerinden biri. Burada birçok uluslararası marka ve mağaza bulunuyor. Zürüh'deki kalite ve incelik buradaki mağazalarda yok yalnız.

Basel Belediye Binası, Almanca adıyla Basel Rathuse... Şimdi sırası geldi söylemeliyim. İsviçre'de dört tane resmi dil var. Bunlar Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romansh. İsviçre de farklı bölgelerde yaşayan insanlar tarafından konuşulan bu dört dil ülkenin dil çeşitliliğini yansıtıyor. 
Örneğin; Zürih ve Basel de Almanca dili ağırlıklı konuşuluyor.
Neyse, Belediye Binası şehrin tam merkezinde yer alıyor. Renginden dolayı, ilgi çekmemesi gibi bir şey söz konusu olamaz zaten.

14.yüzyılda yapımına başlanan yapı ancak 16.yüzyılda bitirilmiş. 
Günümüzde, belediye binası olarak kullanılan bu tarihi eser aynı zamanda Parlemento hizmeti, Devlet Şansölyeliği olarak da hizmet vermekteymiş. 
Avlusuna girip dolaşabiliyorsunuz ya da bir rehber aracılığı ile bazı odalar ziyaret edilebiliyor.

Tinguely Çeşmesi ya da diğer adıyla Tinguely Brunnen 1977 yılında ünlü İsviçreli sanatçı Jean Tinguely tarafından tasarlanmış. Çeşme Basel'in tarihi merkezinde Theaterplatz'da yer alıyor. 
Çeşmenin ana özelliği, çeşmeye bağlı olanve birbirine bağlı mekanik parçaların hareketiyle sürekli olarak değişen, sallanan heykellerin olması.


Basel'in ortasından geçen Ren Nehri'nin üzerinde tarihi bir köprü bulunuyor. Mittlere Brücke, ya da Almanca'dan çevirirsek "Orta Köprü" anlamına geliyor. Basel'in en eski ve en önemli köprülerinden biri olarak kabul ediliyor.
Mittlere Brücke'nin yapımı Orta Çağ'a kadar uzanıyormuş.O zamanlar orijinal köprü ahşapmış, zamanla taş bir köprüyle değiştirilmiş.
Köprünün orta yerinde küçük bir kule bulunuyor. Kulenin demirleri aşk kilitleriyle dolu ve panoramik olarak en güzel manzara bu noktadan seyrediliyor.
Ancak kulenin ne amaçla yapıldığı tam olarak bilinmiyor.















Freie Strase'de yemek için bir Türk dönercisine girdiğimizde burada en iyi "fondü"yü nerede yiyebiliriz diye sorduk. Bize, Syockli'yi önerdi.
Fondü, İsviçre mutfağının popüler bir yemeği. Genellikle sıcak erimiş peynirle servis ediliyor ve sosunun ısıtıldığı emaye bir tencerede geliyor. Yemek sırasında, uzun bir çatala ekmek batırılarak peynirli sosla birlikte yeniyor.
Fondü'nün temel malzemesi geleneksel İsviçre peynirinden oluşuyor. İçine sarımsak ve beyaz şarap konuluyor. Tencere altı yanan minik bir ocakla masaya geliyor böylelikle sos soğumamış oluyor.
O akşam iki kişilik bira ve fondüye 64 CHF ödedik.


Basel'de başka neler yaptık? Canım kızımla Ren Nehri etrafında uzun yürüyüşlerimiz oldu. Kahvelerimizi yudumlayıp bu sakinliğin tadını çıkardık.

Başka bir gün Basel'in yeni şehir bölümüne geçtik. Yine yürüyerek. Her yerde lunaparklar kurulmuş gürültü ve aşırı kalabalıklar vardı. Fazla kalmadan geri döndük. 
Basel'de güzel bir şehir olmakla birlikte dünya çapında tanınmış bir ilaç ve kimya endüstri merkezi olarak biliniyor. Bu yüzden daha bir iş ortamının hakim olduğu bir şehir.
Sonuç olarak, bir daha İsviçre'ye gelirsem sanırım İsviçre Alpleri tercihim olacak.