MACAU

Uzun zamandır yurt dışına çıkmak istemiyorum. Sanki gidersem ülke elden gidecekmiş de ben geri dönemeyecekmişim gibi geliyor.
Biliyorum saçma ama öyle işte!
Düşünüyorum da bir yıl içinde ne çok şey değişti ülkemde. Olan olaylar karşısında bir tarafım şaşkın bir tarafım kızgın bir tarafım çaresiz, kaygılı, üzgün, mutsuz artık ne derseniz deyin!
Daha geçen yıl bu zamanlarda Etiyopya gezisini planlamış yerlerimizi bile ayırtmıştık.
Geziye çıkma zamanı geldiğinde ise duyduk ki Etiyopya'daki devlet güçleriyle protestocu halk arasında çatışmalar başlamış ve yüzlerce ölü var.
"Hadi buyur buradan yak!"dedim.
"Bir ateşten çık diğer ateşe atla" yapar mıyım? Elbette yapmam. Yemişim Etiyopya'yı istediğim kadar özleyeyim yemişim Afrikayı...
İşte böyle bir dönemde kız kardeşim ortamdan uzaklaşmak adına Hong Kong'a gidelim dedi.
Teklif kardeşten geldiyse hiç düşünmeden kabul edilir, dedik ve çantayı hazırlamaya başladık.
Aslında Hong Kong görmeyi çok istediğim yerlerden biri miydi? Hayır!
Hele ki içinde yaşadığım küçük şehir bile bana bazen büyük gelirken, doğadan uzak betonların arasına sıkışıp kalmak ruhumu daraltırken gökdelenlerin göğü kapattığı, rüzgarın bile ziyarete gelmediği, hiç tarzım olmayan bu yere koşa koşa gittim.
Çünkü bu şehri tanımak için çaba harcamayacak, önümde koştur koştur bir program olmayacaktı. İstediğim saatte yatıp istediğim saatte kalkacak, geceleri geç vakitlere kadar sokaklarda dolanacak, en önemlisi de sevdiklerimle birlikte olacaktım.

Hong Kong'a THY ile uçtuk. Gidişte 9 saat süren yolculuk, dönüşte farklı güzergahtan dolayı 11 saat sürdü.
"Yolculuk güzel miydi?" derseniz...sigarayı bıraktığımdan beri uzun uçak yolculuklarını keyfe dönüştürdüğümü söylemeliyim. Film, kitap, şarap, sohbet derken zaman nasıl geçiyor anlamıyorum.
Sigarayı bırakmadan önce öyle miydi ya? Ne sıkıntılar çekerdim; yol bir an önce bitsin ben de nikotinime kavuşayım diye...













Gece yarısı İstanbul'dan ayrılmıştık akşam üzeri saat 5 gibi Hong Kong Havaalanı'na indik. Havaalanı Lantau Adası'nın hemen yanındaki küçük bir ada olan Chek Lap Kok'a inşa edilmiş.
Baştan beri bu gezi için Hong Kong'a gidiyoruz diyorum ama aslında dokuz günlük tatili ikiye böldük. Önce Makao'ya daha sonra da Hong Kong'a geçmeyi planlıyoruz.
Bunun için de havaalanının hemen yanındaki feribot terminaline gidip direkt Makao'ya geçeceğiz ama evdeki hesap çarşıya uymuyor.
Nedenini anlatayım da havaalanından Makao'ya gitmek isteyenler bizim yaptığımız hataya düşmesinler.
Biz uçaktan inip doğruca Hong Kong gümrüğünden çıkış yaptık. Sandık ki havaalanından çıkar hemen yanındaki feribot terminalinden Makao'ya geçeriz. Öyle olmuyormuş; Makao'ya kalkan feribotlara gitmek için Hong Kong gümrüğünden geçmeden havalimanının içinden direkt terminale gidiliyor, uçaktan indirilen valizler de sonradan feribota yükleniyormuş.













Neyse fazla uzatmayayım, çaresiz Hong Kong'a gidip merkezde bulunan feribot terminalinden Makao'ya geçeceğiz. Hong Kong'a gitmek için de ya metroya bineceğiz ya da taksiye...
Daha metronun acemisi olduğumuzdan ve bize yük yapan valizlerimizden dolayı taksiye binmeye karar veriyoruz.
Havaalananının hemen çıkışında peş peşe dizilmiş yeşil ve kırmızı renkte taksiler var. Yeşil olanlar Lantau Adasına, kırmızı taksiler ise Hong Kong şehir merkezi ve Kowloon'a gidiyormuş.
Kırmızı taksilerden birine bindik. Yol yarım saatten daha fazla sürdü ve köprü geçiş paralarıyla birlikte taksiciye  380 HKD (Hong Kong Doları) verdik.

Makao'ya "Turbo Jet" ya da "Cotai Water Jet" denilen bizim deniz otobüslerine benzer feribotlar çalışıyor. Kişi başı yaklaşık 200-250 HKD ödediğimizi hatırlıyorum.
Yolculuk yaklaşık bir saat sürüyor.
Terminal çıkışında tekrar uzun pasaport kuyruğuna girmek var. Çünkü Macau'ya Çinliler dahil herkes pasaportla giriyor. Allah'tan Makao'ya girişte vize istemiyorlar.
Tüm bu sıkıcı işler bittiğinde ise hemen çıkışta büyük otellerin servisleri kendi yolcularını alıyor.
Veeee tatil başlıyor!

Makao haritada da görüldüğü gibi dünyanın bir ucunda... Türkiye'nin stresli ortamından uzaklaşmak için de yeterli uzaklıkta😄
Burası küçücük bir ülke; Çin ana karasından uzanan bir yarımadayla Taipa ve Coloane adı verilen iki adadan oluşmuş. Tek şehri var. O da sadece Makao...
Ülkenin ismi "Çin Halk Makao Özel Cumhuriyeti" olarak geçiyor. 

Ülke her ne kadar Çin'e bağlı özel idari bölgesi olsa da Makao'nun kendine ait bayrağı ve parası var.
Para birimi ise "Macanese pataca" kısaca MOP$ olarak geçiyor.
MOP$, Hong Kong Doları(HKD) ile eşdeğer paritede.
Dikkat etmeniz gereken en önemli konu HKD komşu Makao'da geçmekle birlikte MOP$ Hong Kong'da geçmiyor olması... O yüzden Makao'dan ayrılırken tüm MOP$ ları eritmeniz gerekiyor.

Makao, zengin bir ülke... Öyle ki, kişi başı GSYH'da dünyanın sayılı ülkeleri arasında... Tabii bu durum ülkeye gelen turist sayısıyla yakından alakalı.
Ülkenin bu kadar çok turist çekmesinin en önemli sebebi ise Makao'nun kumar merkezi olmasından kaynaklanıyor.
Söylenene göre dünyanın en büyük ilk üç kumarhanesi Makao'da bulunuyormuş. Yine burada dönen paranın Las Vegas'ı katladığı dillendirilse de ben onların yalancısıyım.
Yukarıda fotoğrafı olan "Casino Lisboa" ise yarımadada bulunan en büyük otel ve kumarhanelerden biri...
Asıl Las Vegas benzeri kumarhanelerin bulunduğu merkez ise Taipa ve Coloane adaları arasına kurulmuş ama orayı daha sonra anlatacağım. Önce Makao Yarımadası...













Bana göre Makao'yu ilginç kılan en önemli özelliklerinden biri tarihi geçmişi... Ülke, Portekiz'in Asya'daki ilk ve son sömürgesi olma özelliğini taşıyor.
Portekizliler buraya 16. yüzyılın başlarında gelmişler. Amaçları ise Çinlilerle ticaret yaparken burayı merkez olarak kullanmak istemeleri... Tabii bunun karşılığında Çin'e vergi ödemişler.
Bu arada bölgede yavaş yavaş misyonerlik çalışmaları başlamış, ticaret gittikçe gelişmiş ancak bu dönemde Makao Çin yönetiminde kalmaya devam etmiş.
17. yüzyıl da bölgeye ilk Portekiz Valisi atanmış, atanmış ama bu ara Portekiz Çin'e vergi vermeye devam etmiş.

18. yüzyıla gelindiğinde ise Lizbon, Makao'nun serbest bir liman olduğunu, bundan sonra Çin yönetimini bu topraklarda istemediklerini söyleyip Çin'e ödedikleri vergiyi kesmiş..
Uzun süren gerginlikten sonra Çin bu durumu 1887 yılında aralarında yaptıkları bir antlaşmayla kabul etmiş ve o tarihten sonra da Makao tamamen Portekiz yönetimine geçmiş.

Makao'nun Çin'e katılması ise daha çok yeni, 1999 yılında gerçekleşmiş.
Yüzyıllar boyu Portekiz'in sömürgesi olan bu topraklar, beklendiği gibi onların izleriyle dolu....
Yukarıdaki fotoğraflar Makao'nun tarihi merkezi olan Senado Square'de çekildi. Meydan, birbirinden güzel kolonyal binalarla çevrili.
Bu durum insanda Uzak Doğu'da değil de tipik bir Avrupa şehrinde geziyor hissi uyandırıyor; tek fark çevrenizdekilerin çekik gözlü olmaları;))
Bu ara belirtmeden geçmeyeyim; Senado Square'daki tüm tarihi binalar UNESCO Dünya Mirası Listesinde...

Makao'nun tarihi yarımadasını gezmeye devam ediyoruz. Senado Square'den hemen sonra dar sokakların kesiştiği bir kavşakta bu şirin yeşil pancurlu kiliseyle karşılaşıyoruz.
St.Dominic's Church...
Kilise, 1587'de Meksika Acapulca'dan gelen üç İspanyol Dominikli rahip tarafından kurulmuş. (Bu satırları yazarken düşünmeden edemiyorum; Meksika nere Makao nere? O yüzyılın şartlarında kalkıp buraya gel kilise kur. Akıl bazı şeyleri almıyor.)
Portekiz'e ait ilk gazete yine bu kilise de basılmış. Aynı zamanda St. Dominik Kilisesi de UNESCO Dünya Mirası Listesinde...













Sağlı sollu dükkanların olduğu dar sokaklara giriyoruz. Genelde camekanı kapısı olmayan direkt sokağa bakan bu dükkanlar halkın günlük ihtiyaçlarına göre satış yapan küçük esnaftan oluşmuş. Tabii aralarda ayaküstü atıştırmalık satan dükkanlar çoğunlukta...
Fikir edinmek amacıyla ne yer ne içerler diye baktığımda en çok dikkatimi kurutulmuş etler çekiyor. En büyüğü A4 kağıdı büyüklüğünde olan etler makasla kesilerek istenen büyüklükte satılıyor.
Makao'da o kadar çok bu tip dükkan var ki, döner bize neyi ifade ediyorsa onlar için de kurutulmuş et aynı anlamı taşıyor gibi geldi bana...
İkinci sıklıkta gözüme ilişenler ise yumurtalı tartlar oldu. Sonradan öğrendiğime göre meğer bu tartlar Portekiz'in meşhur "Pasteis de Nata"larıymış.
Bu konuda cahilim Avrupa'yı bilmiyorum çünkü:)

Ülkenin ortalama nüfusu 500 bin civarında... Ama bir görseniz sokaklar o kadar kalabalık ki... Makao metrekareye en fazla insanın düştüğü ülkeler sıralamasında başı çekiyor. Anlayın ülkenin yüzölçümü ne kadar küçük.













Burası Makao'nun mutlaka görülmesi gereken yerlerinden biri St. Paul's Harabeleri...
Tabii burayı bu kadar ilginç kılan da, sadece ön cephesi ayakta kalmış olan bu kilise...
Aslında buraya tek bir kilise olarak bakmak yanlış. 16. yüzyılda rahipler Katolikliği Uzak Doğu'ya yaymak için burada bir kilise, bir okul ve içinde binlerce kitap bulunan bir kütüphane inşa etmişler.
Asya'nın en büyük kilisesi olarak anılan yapı tarihte iki kez yanmış tekrar inşa edilmiş.
Daha sonra askeri kışlaya dönüştürülen kilise 1835 yılında kışlanın mutfağında çıkan yangın sonucu kullanılamaz hale gelmiş.
Geriye, Makao'nun günümüzdeki simgesi olarak kabul edilen kilisenin granit bir cephesi ve taş basamaklar kalmış.

Üstteki iki fotoğraf da St. Paul Harabelerinin çevresini gösteriyor.
Gerçekten ilginç bir ortam burası; neşeli bir kalabalığa tarih eşlik ediyor. Her milletten insanı görmek mümkün.
Hava sıcak, taş basamakların üzerine yayılmış gevşemiş bir haldeyiz. İnsan bazen zaman mefhumunu kaybediyor.
Olsun, zaten hayat andan ibaret değil mi?

Bu sefer Makao'nun arka sokaklarına giriyoruz. Bu bölgede Uzak Doğu'nun kokusu daha fazla hissediliyor.
Çoğunlukla Çin'den çalışmak için gelenlerin oturduğu, çarpık yapılaşmanın olduğu bu sokakların her yerinde sefaleti gözlemlemek mümkün.

Daha büyük caddelere çıktıkça bu kez sefaletin yerini, camekanlarında servet yatan kuyumcular alıyor.
Biz de de kuyumcu çok ama bu kadar kalın ve abartılı takıları bir Arap ülkesinden ziyade burada görmek beni şaşırttı.













Sonra, Çin tarzı beyaz cepheleri, kırmızı kepenkleri olan küçük, iki katlı evlerin olduğu bir sokağa geliyoruz.
Portekizliler buraya "Rua de Felicidade" ismini koymuşlar yani "Mutluluk Caddesi"
Bu caddeyi kabaca özetlemek istersem "Seks, kumar ve uyuşturucu" demem yeterli olur.
Bir zamanlar kumarhane ve genelev olarak kullanılan evler şimdi balık ve deniz ürünleri restoranlarının yanısıra şeker kamışı ve yılan gibi yerel spesiyaliteleri satan dükkanlara dönüştürülmüş.

Macau öyle ilginç bir yer ki, küçük alanlarda Portekiz ve Çin kültürünün paslaşmasına tanıklık ediyoruz.
Üstteki fotoğraf Portekiz evlerinin olduğu bir semti gösteriyor. Biraz önce Çin hakimiyetini yoğun olarak hissettiğimiz Rua de Felicidade'dan geçmiştik ve az ilerde ise Çin ve Batı sentezinin bileşkesi olan "Mandarin Evi"ne gideceğiz.
Müthiş bir zenginlik; bir Batı'dayız bir sokak sonra ise Doğu'da...













Yine UNESCO Dünya Mirası Listesinde olan bir yer "Mandarin's House"
19. yüzyılda yapımına başlanan ev Makao'nun en tanınmış ailelerinden birine ait.
Mandarin'in Evi, mimari olarak Çin ve batı kültürel alışverişin eşsiz bir ürünü olarak geçiyor.
Ev 4000 m2lik bir alanda toplam 60 odaya sahip ve söylenen o ki Makao'da bunun gibi büyük ölçekli başka bir ev yok!
1950 li yıllara gelindiğinde ise evin gerçek sahipleri çoktan ölmüş, ailenin torunları da farklı yerlerde yaşamaya başlamışlar.
Ev boş kalınca da mirasçılar burayı kiraya vermişler.
Ancak eve kapasitesinin çok üstünde, yaklaşık 300 den fazla yoksul yaşam koşullarında yaşayan kiracı girmiş.
Kiracılar taşınmaya başladıkça salonlar alt bölümlere ayrılmış, kapılar eklenmiş hatta bahçeye kulübeler inşa edilmiş. 
Sonuçta çok büyük hasar gören ev, 2001 yılında devletin eline geçmiş ve uzun yıllar orijinal haline getirilmeye çalışılmış.
Şimdi müze olarak kullanılan evi gezmek oldukça keyifli.

Nihayet yarımadadaki son durağımız, UNESCO Dünya Mirası Listesinde olan A-Ma Tapınağı...
Tüm gün yürümekten o kadar yorulmuşuz ki, kayadan bir tepeciğe oyularak yapılmış olan bu tapınağın dik ve uzun merdivenlerine tırmanacak gücümüz yok! O yüzden sadece giriş ve birkaç basamak ötede gördüklerimi yazacağım ve tabii ki tapınağın hikayesini... 

1488 yılında, daha Makao ortada yokken Ming Hanedanlığı döneminde kurulmuş olan bu tapınak, deniz ve balıkçıların tanrıçası olan A-Ma'ya (diğer adları Matsu ve Mazu) adanmış.
Çok eski yıllarda Güney Çin denizi kıyılarında, balıkçılık ve ticaret geliştikçe çok sayıda balıkçı köyü kurulmaya başlamış ve burada yaşayan insanlar arasında bu tanrıça oldukça popülermiş.
Efsanelere göre A-Ma'nın insan olarak doğduğu, geleceği okuyarak birçok denizciyi fırtınalardan koruduğu ve sonunda tapınağın olduğu tepenin üzerinde kaybolduğu dilden dile anlatıla gelmiş.
Ölümünden sonra bile tanrıçanın balıkçıları korumaya devam ettiğine ve denizin bereketini arttırdığına inanılıyor.
Tapınağın kurulmasından çok sonra, 16. yüzyılda Portekizli tüccarlar ilk kez buradaki koydan yarımadaya ayak basmış ve karşılaştıkları yerlilere buranın adını sormuşlar.  Onlar da A-Ma Gao (A-Ma Koyu) demişler. Muhtemelen Makao'nun ismi de buradan doğmuş.

Tapınağın her köşesinde mutlaka tütsü var. Özellikle konik şekilli, sarmal olanlar oldukça ilgi çekici. Geçmiş zamanda sevdiklerini denize gönderenler bu tütsülerin bir ucundan yakarlar tütsülerin yanması bitene kadar da denize açılan yakınlarının geri döneceğine inanırlarmış.
Şimdi hala eski bir geleneği sürdürür gibi tütsüler yakılıyor. İnsanlar şimdi ne diliyor dersiniz? Belki de uzaktaki sevdiklerine kavuşmayı...

Günü bitirmek üzereyiz. Güzel anılarla Makao Yarımadasından ayrılıyoruz. Otelimiz Makao'nun adalar tarafında. Bundan sonraki bölümde kaldığımız otel ve çevresini aynı zamanda
kumarhaneleri anlatacağım.
















Yukarıdaki iki haritanın ikiside Macao'ya ait. Ancak sağdaki harita 2002 yılından sonra çok değişmiş. Değişimin sebebi de Makao'nun iki adası olan Coloane ve Taipa (Co-Tai) arasında Cotai adı verilen yeni bir arazi alanının oluşturulması.

İşte Cotai Strip adı verilen denizin doldurulması ile elde edilen bu bölgede birbiriyle yarışır tarzda olağanüstü büyüklükte kumarhaneler, büyük oteller, gece kulüpleri, eğlence mekanları ve dünya markalarının satıldığı yüzlerce mağaza bulunuyor.















Biz kalmak için Galaxy Macau'yu tercih ettik.
Cotai Strip'teki diğer oteller gibi Galaxy Otel'de çok yeni 2011 yılında açılmış.
Burada amaç kumar oynamak olunca gelenleri cezbetmek için her  yol denenmiş. Gördüğümüz her şey ultra lüks ve inanılmaz ihtişamlı... Burada betimlemeler hep "en"lerle başlıyor. Dünyanın en büyüğü olduğu iddia edilen lazer gösterisi gibi...
Yukarıda da fotoğrafı olan Lazer gösterisi hava karardıktan sonra her 15 dakikada bir tüm gökyüzünü aydınlatıyor ve bu ışık şovu tüm Makao'dan görülüyor.














Otelin lobisine girdiğiniz andan itibaren VIP olduğunuzu hissediyorsunuz.😇
Galaxy'nin muazzam büyük bir lobisi var ve lobinin merkezinde "Şans Elması"nın şov gösterisi gelenleri hayrete düşürecek kadar ihtişamlı!
Müzik eşliğinde, bir su perdesinin yardımıyla, yanıp sönen renkli spot ışıklarıyla birlikte yavaş yavaş yükselen elmas, casino yolcularına şans ve refahın simgesi olarak ışıldıyor.

Otelin havuzu yine dünyanın en büyük dalga havuzu olarak geçiyor. Plaj kısmı ise beyaz kumla kaplı.
Dileyenler için jakuzili ve sıcak su havuzları da mevcut.

Eğer isterseniz tropik bahçelerin arasından kıvrılarak geçen dünyanın en büyük (büyüklüklerden bahsederken artık gülüyorum) yapay nehrinde botlarla gezebilir, şelalelerin altında ıslanabilirsiniz.
Sonuç olarak zamanın nasıl aktığını anlamadan keyifli bir gün geçirir ve çok iyi dinlendiğinizi hissedersiniz.
Küçük bir not olarak eklemek istiyorum; hafta sonu otel fiyatları iki katına çıkıyor. Programı hafta içine göre ayarlarsanız kazançlı çıkarsınız.
Bizim gittiğimiz tarihte "Formula 1 Makao Grand Prix" yarışları vardı. Her yıl aynı tarihlerde yapılan yarışlar da otel fiyatlarını zıplatıyor. Bunu da göz önüne alırsanız iyi olur.

Casinonun içinde fotoğraf çekmek ne mümkün! Ancak gündüz vakti salon boşken bir tane çekebildim. Diğer fotoğraf da internetten.
Sonuç olarak, kumarhane kültürümün olduğunu söyleyemem ama şimdiye kadar gördüğüm en büyük casinolar Makao'da...
Bu kadar büyüklük ve şaşanın yanında salonda sudan başka ikramın olmadığını da eklemeliyim.

Otelin casino katında, geniş koridorlar boyunca sağlı sollu dizilmiş lüks mağazalar var. Mağazaların olduğu bu koridorlar o kadar uzun ki markaların cezbedici etkisiyle ilerlerken bir diğer otelin casinosunda kendinizi buluveriyorsunuz.
Burada yollar hep kumarhaneye çıkıyor.

Burada yemek hiç sorun değil. En popüler restoranlardan fast-food atıştırmalıklara kadar ne ararsanız var.
Galaxy Macau'nun restoranı ise Festiva.... Asya spesiyallerini sunmakla beraber dünya mutfağından da örnekleri rahatça bulabileceğiniz bir yer.

Yukarıda bahsetmiştim, Cotai Strip'te sadece Galaxy Macau değil, onun yanında daha bir çok ünlü otel var. Bunların bir kısmı geçitlerle birbirine bağlanmış. Daha uzak oteller için de ücretsiz servisler bulunuyor.
Cotai Strip'i bir kompleks olarak düşünürsek bu kompleks içinde, seçtiğiniz herhangi bir otelde yemeğinizi yiyebilir, kumarhanesine girebilir ve lüks mağazalarından alışveriş yapabilirsiniz.

Makao'da eskiden beri kumar oynanırmış. 2002'den önce kumar tekelini elinde tutan tek bir kişi varmış o da Stanley Ho...
Makao Portekiz yönetiminden çıkınca Çin hükümeti Ho'nun tekeline son vermek istemiş ve uluslararası ihale yöntemine gitmiş.
"Las Vegas Sands Corporation" adlı ünlü şirket, hükümete Las Vegas tarzı casino ve tatil merkezleri kuracaklarına dair bir projeyle gelince ihaleyi almış.
Ülkenin yüzölçümü küçük olunca bu dev tesisler için Taipa ve Coloane adaları arasındaki deniz doldurulmuş ve hızlı bir şekilde kumarhane ve tatil beldeleri yapılarak Cotai Strip oluşturulmuş.
Şimdi bu şirket bölgenin alt yapısının çoğuna sahipken buna ek olarak Macao Studio City, City of Dreams ve Galaxy World Resort gibi dünyanın önde gelen şirketlerinin de Cotai Strip'te yatırımları bulunuyor.

Biz de Makao'da kaldığımız bir akşamı Cotai Strip'teki diğer otel ve casinoları gezmeye ayırdık.
Akşam yemeğini canlı müzikle birlikte Hard Rock Cafe'de aldık. Cafe zaten aynı adı taşıyan otelin içinde...















Cotai Strip'e yapılan ilk otellerden Venetian Macau Resort bir sonraki durağımızdı.
Fotoğraflarda da görüldüğü gibi  kanallarda gondolların gezdiği küçük bir Venedik yaratılmış.
Dünyanın EN;)) büyük kumarhanesi burada. Daha En'leri bitmedi; Asya'daki tek yapı halindeki EN büyük otel de burası...
Yüzlerce lüks mağaza ve restoranları saymıyorum bile...
Korkunç bir zenginlik ve ihtişam "ben buradayım" diye bas bas bağırıyor.

Aynı akşam Parisian Macau'ya geçtik. Otel, daha çok yeniydi, biz gittikten birkaç ay önce açılmış.
Diğer otellerde gördüğümüz ihtişam, sanki burada bir adım daha önde gibi geldi bana.
Parisian Macau'nun hemen önündeki -gerçeğinin yarı büyüklüğünde olan- Eyfel Kulesi ise görülmeye değerdi. Kuledeki müziğin ritmine uygun renklerin dansını uzun süre seyrettik.

Ertesi akşam Galaxy Macau'nun hemen bir sokak arkasındaki Broadway Macau'ya geçtik.
Buranın havası da bambaşkaydı; gösterişten uzak, barların olduğu, daha çok Avrupalı turistlerin geldiği, sokaklarında eğlence ve müziğin eksik olmadığı bir yer.
Makao'daki bu son akşam oldukça eğlenceliydi. Fotoğraf çekmeyi bile unutmuşuz. Yukarıdaki resimler o yüzden bana ait değil.

Ve nihayet ayrılık vakti... Makao'ya üç gün ayırmıştık çabuk bitti!
Bu kadar kısa süre içinde ve üstelik küçücük bir ülkede birbirinden farklı iki ayrı dünyayı bize yaşatan Makao'yu çok sevdik.
Düşünsenize dile kolay; bir tarafta Portekiz mirası eski bir kent diğer tarafta Las Vegas benzeri ışıltılı, gösterişli ve yepyeni bir Makao vardı.
Artık dünyanın bu köşesine yabancı değilim. Gezdik, gördük, eğlendik. Bizim için çok keyifli bir geziydi.